Sevgili okuyucular, teşbihte hata olmaz…sizlerle bu sohbetimde, günümüz de insani ve dini değerlerimizi istismar edip, yerle bir eden, sahte şeyh/şıh ve benzeri sahte önderlere sorgusuz sualsiz biat edenler. tasvir eden Cengiz Aytmatov'un ’’Gün Olur Asra Bedel’’ romanında anlatılan Mankurt efsanesini anlatacağım. Bu efsane… cuk oturdu derler ya, aynen öyle, günümüzün biatçılarına cuk oturmuş gibi görünüyor!
+++
Mankurt Efsanesi: Juan-Juanlar, diye adlandırılan bir kavmin Orta Asya’da hüküm sürdüğü dönemin hikâyesidir: (Çincede ‘’Juan- Juan’’ çabukça büyüyen, her yeri saran böcekler anlamına gelmektedir)
Bu kavmin işgal ettikleri yerlerde, tutsakların hafızalarını yitirmesine yol açan acımasız bir işkence usulleri varmış.
Önce esirin başını kazır, kalan saçları da olabildiğince kökünden çıkarırlarmış.
Bunu yaparken, usta bir kasapta, oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş.
Sonra yüzdüğü bu deve derisini parçalara ayırırlar, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Buna "deri geçirme işkencesi" derlermiş.
Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak, ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitirirmiş.
Sağ kalanlar ise ölünceye kadar bir MANKURT; yani geçmişini bilmeyen bir KÖLE olurlarmış.
Bu işkence sırasında, tutsakların yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürülür, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, kızgın güneşin altına beş gün bırakırlarmış.
Bozkırın kızgın güneşine bırakılan beş-altı tutsaktan en fazla bir, ya da ikisi sağ kalırmış.
Aslında tutsakları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşten kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş.
Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzayarak diken gibi batarmış.
Juan-Juanlar; işkencenin beşinci günü 'sağ kalan var mı?' diye gelip bakarlarmış.
Bir teki bile sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış sayarlarmış kendilerini.
Hafızasını yitirmiş tutsağı alır, ona yiyecek-içecek vererek zamanla kendine gelmesini, fiziki gücünü toparlamasını sağlarlarmış.
Ama artık o bir Mankurt olmuştur.
Bir Mankurt; kim odluğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bile hatırlamazmış.
Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen, en pis, en güç, büyük sabır isteyen ve en çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış.
Açlıktan ölmemesi için yiyecek, soğuktan donmaması için eski püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezlermiş.
Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, hiç tehlike arz etmeyen birer köle olurlarmış.
+++
Bildiğim kadarıyla; günümüz Mankurt’larına juan-juanlar gibi deri işkencesi yapılmıyor! Ama acaba diyorum, bunların kafataslarından beyinlerini boşaltan bir cihaz icat edildi de benim mi haberim yok?
Nevzat KUMDERELİ