Sanki toplum olarak üstesin gelmek için uğraştığımız devasa boyutlardaki Covid-19 Pandemisi, aşı temini, hayat pahalılığı, işsizlik, kapanan işyerleri, izolasyon yasakları, toplumsal şiddet, kadın cinayetleri gibi sorunlarımız yokmuş gibi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan bir kararnameyle; 2015 seçimlerinde AKP’den adaylığını koymuş olan Haliç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Melih Bulu’nun, Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak atanmasıyla birlikte yepyeni bir tartışma konumuz ve toplumsal sorunumuz daha oldu.
Görevine başlamak üzere 4 Ocak 2021 günü Boğaziçi Üniversitesine gelen Prof. Dr. Melih Bulu, burada Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından “kayyum rektör” olarak nitelendirilerek protesto edildi. Bu protesto gösterilerini bastırmak amacıyla harekete geçen kolluk güçlerince üniversitenin kapısına kelepçe vuruldu. Rektörlük binası önünde toplanan öğretim üyeleri ve öğrenciler güç kullanılarak dağıtıldı. Bu esnada yaşanan itiş kakış sırasında yaralananlar ve gözaltına alınanlar oldu.
Olaya ilişkin görüntülerin medyaya yansıması üzerine Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü sorunu kamuoyunda tartışılan birinci gündem maddesi haline geldi. Uluslararası ajanslar canlı yayınlarla olayı tüm dünyaya duyurdular. O andan itibaren bu sorun eğitim ve bilim çevrelerinde, siyasi partilerde, gazete ve televizyonlarda çok çeşitli yönleriyle tartışılmaya başlandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, “öğrencilerin ve göstericilerin gözaltına alınmasından endişe duyduklarını” açıkladı.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Boğaziçi protestoları sırasında gözaltına alınan öğrencilerin serbest bırakılması için çağrı yaptı. Böylelikle bu tartışmalar uluslararası düzlemlere de taşınmış oldu. Ocak ayı boyunca Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri, üniversite içerisinde kendi aralarında düzenledikleri sivil itaatsizlik boyutlarındaki çeşitli etkinliklerle protestolarını sürdürdüler. Rektörlük görevine başlayan Prof. Dr. Melih Bulu, üniversite öğretim üyeleri arasından kendisine rektör yardımcıları ve danışmanlar bile bulamadı. 30 Ocak günü, Boğaziçili bazı öğrenciler, atanan rektörü protesto etmek amacıyla üniversite kampus alanında bir resim sergisi açtılar. Bu sergide; Mescid-i Haram’ın arka plan olarak kullanıldığı, mescidin ortasında yer alan Kâbe resminin üzerini kapatacak şekilde bir Şahmeran imgesinin yerleştirildiği, resmin etrafının ise çeşitli LGBTİ bayraklarıyla süslendiği bir tabloya yer verdiler. Bu tablo, çeşitli kişi ve kurumlar tarafından, İslam'da kutsal kabul edilen Kâbe'ye saygısızlık olarak yorumlandı.
Kimi çevreler ise; düzenlenen bu sergide böyle bir tabloya yer verilmesini provokatif bir eylem olarak nitelendirdiler. Sergilenen tablo nedeniyle dört öğrenci gözaltına alındı. Bu öğrencilerden ikisi tutuklanarak cezaevine konuldu. Bu olay çeşitli siyasi aktörler tarafından eleştirildi. Ve Kâbe'nin aşağılanması olarak yorumlandı. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, arkadaşlarının gözaltına alınmasını ve tutuklamasını protesto etmek amacıyla 1 Şubat günü, üniversite kampus alanında bir gösteri düzenlediler.
Polisin üniversite kampus alanına girerek buradaki göstericilere müdahale etmesi sonucunda 159 kişi gözaltına alındı. Bu gözaltlılara bir tepki olarak 2 Şubat günü öğle arasında üniversite meydanında toplanan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, gözaltı ve tutuklamaları protesto ederek, "Aşağı Bakmıyoruz. Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz" pankartı açtılar. “Melih Bulu istifa” sloganlarıyla rektörlük binasına doğru yürümeye başladılar. Ve gözaltındaki öğrencilerinin serbest bırakılmasını talep ettiler. Bu protestoların bir devamı olarak 3 Şubat günü İstanbul Kadıköy’de düzenlenen gösterilere de polis yine müdahale etti.
Kimi milletvekillerinin göstericilere destek vermeleri engellendi. Yaşanan olaylar sırasında, bazı polislerin, gösterici ve gazetecilerin yaralandıkları görüldü. Buradaki müdahaleler sırasında polislerin göstericilere karşı orantısız güç kullandıkları öne sürüldü. Kamu vicdanını rahatsız eden bu görüntüler ve Boğaziçi Üniversitesi'ne Prof. Dr. Melih Bulu'nun rektör olarak atanması olayı, pandemi koşullarına rağmen çeşitli il ve ilçelerde de protesto edildi. Ne yazık ki, Boğaziçi Üniversitesi'ne üniversite dışından bir rektör atanmasıyla başlayan bu olaylar, durularak sonuçlanmak yerine hukuksal, eylemsel, yönetsel ve siyasal boyutlarıyla, kendi dinamiklerine göre dallanıp budaklanarak varlığını sürdürmeye devam etti. Hemen bu noktada belirtmek gerekirse öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından düzenlenen protesto gösterilerinde herhangi bir yasal aykırılık görülmemektedir.
Bilindiği gibi Anayasamızın 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Hükmü mevcuttur. 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda da benzer nitelikte düzenlemelere yer verilmiştir.
Bazı hukukçular, bu yasa maddelerini gerekçe göstererek, Boğaziçi protestolarının toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini dile getirmektedirler. Mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde, esasen bir üniversitenin kendi içerisinde rutin bir faaliyet olarak sessiz sedasız, patırtısız gürültüsüz bir biçimde gerçekleştirilmesi gereken rektör görevlendirilmesi işleminin böylesine polisiye bir vaka ve çalkantılı bir toplumsal olay haline getirilmesi başlı başına üzerinde durulması gereken düşündürücü ve üzücü bir olaydır.
Mevcut yasalarımıza göre polisin üniversite kampus alanına girebilmesi ancak rektörün daveti üzerine mümkün olabilmektedir. Boğaziçi olaylarında, henüz görevine yeni başlamış olan bir rektörün, üniversitesinin öğretim üyelerine ve öğrencilerine karşı polisi harekete geçirmesi kendisi adına büyük bir talihsizlik olmuştur. Üniversitenin içine düşürüldüğü durum açısından ise, hazin bir durumdur. Bu davranışı nedeniyle atanmış rektörün, mevcut öğretim elemanlarıyla ve öğrencilerle yeniden sağlıklı bir iletişim kurabilmesi oldukça zor görünmektedir. Her ne kadar yaşanan bu sorunlar sadece Boğaziçi Üniversitesine özgüymüş gibi algılanıp, tüm tartışmalar Boğaziçi üzerinden yürütülse de; olaylar göründüğü kadar basit, yüzeysel ve bireysel değildir. Sorunların kökenleri çok daha derinlerdedir. Ve yaşanan bu sorunların asıl kaynağı, bizzat Türk Eğitim Sisteminin kendisidir. Üzerinde yapılan değişiklikler sonucunda, okul öncesinden doktora sonrası kadar birbirini tamamlayan bir bütün oluşturması gereken Türk eğitim Sistemi A’dan Z’ye, sıfırdan en üst düzeye kadar bozulmuştur. Fonksiyon yerine getiremez olmuştur.
Asıl görevi bilimsel araştırma, geliştirme ve çağdaş bilisel eğitim olan üniversiteler, bilim üretemez, araştırma yapamaz hale gelmişlerdir. Eğitimin kalitesi ise, günden güne gerilemektedir. Yaşanan sorunların bir diğer önemli kaynağı ise, üniversitelerimizin gerçek anlamda özerk olamamalıdır. Özerk üniversite, ekonomik, mali, idari ve akademik açılardan tamamen bağımsız olan kendi rektörünü kendisi seçen, kendi öğretim üyelerini kendisi yetiştiren hatta kendi öğrencilerini bile kendisi alan üniversitedir. Bizdeki gibi, dünyada bir eşi ve benzeri daha bulunmayan YÖK düzeni bu üniversite özerkliğine imkân vermemektedir. Konu bütüncül bir yaklaşımla ele alınarak yeni bir işlevsel sistem kurulmalı ve bu düzen mutlaka değiştirilmelidir. Eğitim bir ülkenin geleceğine yapılan yatırımdır. Her biri gözbebeğimiz kadar değerli olan öğrencilerimiz bizim geleceğimizdir. Bu nedenle, Prof. Dr. Melih Bulu, rektörlük görevinden istifa etmeli, olaylar sırasında gözaltına alınan ve tutuklanan öğrenciler derhal serbest bırakılmalı ve ülkemizin en iyi yetişmiş gençlerinin geleceği daha fazla karartılmadan bu uygulamalara son verilmelidir.
Celal Tezel